Web Analytics
Kayserispor Eski Kalecisi Sefa Erfa Röportajı
Babam 1935 yıllarında İstanbul’da Florya Köşkü’nde Atatürk’ün koruma ordusunda polis olarak görev yapmış. Bir gece bir arkadaşı 3-5 el silah patlatmış.

Kayserispor Eski Kalecisi Sefa Erfa Röportajı

Babam 1935 yıllarında İstanbul’da Florya Köşkü’nde Atatürk’ün koruma ordusunda polis olarak görev yapmış. Bir gece bir arkadaşı 3-5 el silah patlatmış. Hemen gelmişler bu gürültü nedir, bunun sorumlusu-suçlusu kimdir diye. Rahmetli babam ‘ben patlattım’ diye üstlenmiş olayı. ‘Yahu Mehmet Ali efendi neden suçu üzerine aldın, silahı kullanan Hasan efendiydi ‘ diye sorduklarında, ‘4 çocuğu var adamın işten atılırsa yazık olur’ demiş. Oysa kendisinin de 3 çocuğu varmış o zaman. Ben henüz doğmamışım. Galiba biraz da bıkmış işinden ve memleketini özlemiş.


Görevden uzaklaştırılmış tabii; o da dönmüş yine Trabzon’a meyhaneciliğe başlamış ve 1942 de ben dünyaya gelmişim. 4 çocuklu mutlu bir ailenin en küçük ferdiydim. Büyük abim Salih şu anda İstanbul Küçükçekmece’de oturur, küçük abim rahmetli oldu, ablam Bostancı’da oturur halen.

Trabzon’un coğrafi durumunu düşündüğünüzde fazla düz arazi olmadığını fark edersiniz; bir taraf denizdir bir taraf dağ-tepe. Sahil de doldurulmamış o zamanlar. Stabilize yol vardı sahil boyunca. Yoldan elli metre ileride tepede de evimiz. Ben de kendimi bilmeye başladığımdan beri dört-beş yaşlarımda o yollarda oynardık futbol.

Bir burun vardı Yoros burnu denirdi, sanırım Pontusça bir isimdi. Trabzon’a gelen gemilerin o burundan dönüşlerini heyecanla izlerdik o zamanlar. Bir gün kaledeyim, sırtım Yaros burnuna dönük, gemi geliyor diye heyecanla bağırdı arkadaşlardan biri. Dönüp baktım, hakikaten tüm haşmetiyle meşhur Kadeş vapuru geliyor. ‘Hop hop top geliyor ‘ diye seslendiklerinde de döndüm baktım ki, top solumdan kaleye girmek üzere. Öyle bir balıklama atlayıp kurtarmıştım ki, atlar atlamaz suratımın üzerine çakıldım. Yüzüm mıcırlardan tamamen soyulmuştu.

Yine de hep kaleye geçerdim. Yani o zamanlar kaleci olmaktan başka istediğim bir şey olmadığına karar vermişim. İlkokulu sadece 6 ay okudum orada. Şehrimizin o zamanlar verdiği yoğun göçlerden biri de bizdik. 1949’da tekrar İstanbul’ a geldik; bu sefer ben de vardım.

Fatih Çarşamba’da 15. İlkokul’da öğrenime kaldığım yerden başladım.

İki katlı, yukarıda dört aşağıda iki odası, mutfağı, banyosu olan bir evimiz vardı. Evimizin alt katında birkaç tane fanila örme makinemiz duruyordu. Babam fanila örer, Sultanhamam’a götürüp satardı, geçimimizi öyle sağlardık.

15. İlkokul’un arkasındaki boşlukta top oynardık. Neredeyse her mahallede top sahaları bulunurdu. Cankurtaran, Takkeciler, Cinci, Alemdar ( bu sahanın yıldızı Arap Burhan adlı toplara çok sert vuran bir futbolcuydu) sahaları bunlardan sadece bir kaçıydı. Toprak zemin, taşlaşmış toprak zemin hatta beton zemindi bunlar. Tüm okul dışı zamanlarımızda hatta okulu kırdığımız zamanlarda ya buralarda top oynardık ya da Fenerbahçe’li Özer, Beşiktaş’lı Sedat gibi büyüklerimizin maçlarını seyrederdik.

Sanırım beni futbola daha fazla yaklaştıran Fenerbahçe’li Özer olmuştur. Yavuz Selim takımında santrhaf oynuyordu o zamanlar. Onu ve onun gibi oyuncuların bu sahalarda oynadıkları futbolu seyretmek beni daha da hırslandırıyordu.

Meyve mevsiminde zamanımızın çoğunu Yavuz Sultan Selim türbesinin etrafında geçirirdik mahalle arkadaşlarıyla. Her türlü meyve bulunurdu bahçesinde. Bekçinin uyanık olması işimizi bayağı güçleştirirdi ama biz yine de yapardık yapacağımızı.

O sıralar Fenerbahçe’li Naci Erdem’i Yavuz Sultan Selim Camii avlusunda gördüm. Çok genç ve çok yakışıklıydı. Hatırlamaktan keyif aldığım anılarımdan biridir. Naci Erdem 1972 sonrası Edirnespor’da benim antrenörlüğümü de yapmıştır.

Yaramaz bir çocuk değildim. Hatta içime kapanık olduğum bile söylenebilirdi. Fakat bir gün bir arkadaşımın kaçarken ense köküne fırlattığım bir taşla (sebebi neydi hatırlamıyorum) kafasını yarmıştım. Evimizin bodrumundaki kilere gidip hemen oraya saklanmıştım. Kafası yarılan çocuk babasıyla gelmiş, babama ‘gördünüz mü oğlunuz ne yapmış’ diye şikayette bulunmuş. Babam da ‘kusura bakmayın, ben onun cezasını veririm’ demiş. Eve geldiğimi duyduğu için saklandığım yeri de biliyor tabii. Geldi, ‘gel buraya’ dedi. Neden yaptın bunu ? Bana eşşoğlleşşek dediği için yaptım deyince sanırım hoşuna gitti kendisini savunmuş olmam. Başımı okşamıştı. Galiba yaptığım nadir yaramazlıklardan biriydi bu.

On iki yaşımda meşhur Sultan Ahmet Meslek Okulu torna tesfiye bölümüne başladım. Ortaokul, lise bir aradaydı ve beş sene okuyordunuz. Okulda torna tesfiye eğitiminin yanında, tekstil, elektrik, nikelaj, marangozluk, modelcilik gibi birçok konuda eğitim veriliyordu. Son iki yıl teknik ressamlığı seçtim ve bu dalda mezun oldum. Söylemeliyim ki, evlilik hayatım boyunca, elektrikçi dahil olmak üzere hiçbir usta evime girmemiştir. Her işimi kendim görmüşümdür. Ancak o zamanlar bu yeteneklerimi sergilemezdim. Okuldan geldiğim gibi çantamı atar, futbola koşardım.

On üç yaşımda Zeytinburnu’na taşındık. Orada futbol hayatımın gelişmesi hızlandı. On beş yaşımda gayrı federe kulübümüz Sümergücü’nde oynuyordum. Zeytinburnu’nda birçok gayri federe kulüp her hafta kendi aralarında turnuvalar düzenlerlerdi. Davutpaşa’ya girene kadar bu böyle devam etti.

Davutpaşa 1966-1967

Okul takımında Sarı Baskın ( Vefa’da oynuyordu aynı zamanda, daha sonra Hacettepe’de oynadı), Beşiktaşlı Sedat, Kıbrıslı kaleci Avni (Galatasaray’da oynamıştı sonra), Özcan Arkoç, Nedim Doğan gibi çok iyi oyuncular vardı. Hepsi benden büyüktü. Ben girmemiştim okul takımına. Sümergücü’nde turnuvalara katılıyordum.

Okulun son sınıfında, bir sonbahar günü Zeytinburnu Cuma pazarında gezerken bir kız gördüm. Bir gördüm pir gördüm. Geçerken ona baktım, o da bana baktı. Kimdir kimlerdendir araştırmasından sonra mektuplaşmaya başladık. O zaman mektuplar elden gönderiliyordu. Bu arada Aksu fabrikasına girmiştim. Bir gün Bakırköy Yenimahalle’de kol kola gezerken abisi bizi gördü. Ben ilişkimizin ciddi olduğunu söyleyince, durum madem ciddi gönder istesinler kızımızı dedi. Biz de çok kısa zaman sonra gittik istedik ve evet dediler. Ancak askerden önce evliliğin kesin olmayacağını ifade ettik. Bekleyip bekleyemeyeceğini sorduk. Ona da evet dediler. Davutpaşa, askerlik derken dört yıl nişanlı kaldık. Sonra da evlendik ve hala tek sevdiğim kadındır Seher hanım.

Okulu bitirdikten sonra on sekiz yaşlarımda Davutpaşa’nın Vefa ile  oynayacağı bir deneme maçına götürmüştü beni büyük ağabeyim Salih. O da futbolcuydu, Sümerspor’da oynuyordu. Deneme maçı General Elektrik fabrikasının oradaki Takkeciler sahasında oynanmıştı. Hatta yüksek ayaklar üzerine oturtulmuş su deposu ve su deposunun üzerindeki dev General Elektrik tabelası hala gözümün önündedir. Maçta beş gol yediğim halde beni beğenmiş olmalılar ki takıma aldılar. Ama ne ağrımıştı ellerim. Şişmişti. Güçlü ayaklardan gelen kornerler, frikikler, direk şutlar çok yakmıştı canımı. Eee bu sertliklere alışık olmadığım halde kendimi göstermek, ispatlamak zorundaydım.

O dönemler Vefa Stadı’nda çalışırdık. Neredeyse bütün kulüp takımları orada çalışırlardı; bu yüzden de çok dolu olurdu. Sabah 7- 7.30’larda gider antrenman yapardık. Haftada iki gündü antrenman. Salı, perşembe. Ama bu günler dışında neredeyse tüm zamanım semtteki sahalarda antrenman yapmakla geçerdi.

Genç takım, A takım diye ayrım yoktu o zamanlar. Birlikte çalışırdık. Agop adlı  bir antrenörümüz vardı. Üç beş tane de gayrimüslim oyuncular. Mircan, Horen, Dikran, Onnik, Aleksan.

Onnik kafasına lastikle tutturulmuş dürbün gibi kalın camlı gözlüklerle oynardı. Deli dolu bir santrfordu. Bir gün rüzgarlı bir havada, toz, toprak kıyamet, kafaya kalktı bir turnuva maçında. Baktık top ortada boşta, Onnik yerlerde, avuç içleri ile hissederek gözlüğünü arıyordu.

Bir de antrenman maçlarından birinde Dikran sağdan avut çizgisine paralel top sürüyordu hızlı bir şekilde. Topu ayağından açtığı an tuttum topu, ayaklarımı arkadan çapraz yapmışım ayağıma takıldı. Bir iki metre gerimde olan sert ağaçtan kale direğine kafasını çarptı ve hastaneye kaldırıldı. Yarılmıştı kafası. Çok üzülmüş ve ciddi bir sakatlık olur diye çok korkmuştum.

Antrenmanlarımızda malzeme olarak tek topumuz vardı. Ya da ikiyi geçmezdi. Başımızda hocamız da olsa sekiz-on tur atardık saha etrafında dolap beygiri gibi. Sonra da çift kale maç yapardık. Bazen de kaleci kaleye geçer, şut çalışması yapılırdı.

On dokuz yaşımda (1961-1962)  profesyonel oldum, çok önemli bir olaydı. Transfer ücreti alıyorsun, maaş alıyorsun. Aynı zamanda Aksu kumaş fabrikasında da çalışıyordum.

1963 senesinde Ankara Etimesgut’a tankçı olarak askere gittim. 1965 Ocak ayında terhis oldum. Mart’ta tekrar Aksu’ya girdim. İkinci girişimden 25 gün sonra da evlendim. Evliliğim futbol kariyerimde olumlu etkiler yapmıştır.

Askerlik dönüşü kulübümde tekrar oynamaya başladım. O zaman başkanımız Müfit Değer, antrenörümüz Ayakkabıcı Turan abiydi. Ben o dönemde kramponları sivriltmek için bir aparat yapmıştım Turan abiye.

Çok iyi bir kulüp başkanıydı Müfit abi. Anlaşmaların maddi taraflarını sorunsuz olarak hallederdi. Herkes hakkını alırdı. Futbolculara forma renklerinde malzeme çantası, bir örnek gri takım elbise verildi. Trabzon deplasmanına uçakla gittiğimizi hatırlıyorum. O zamanın şartlarında çok önemli bir şeydi bu.

1965-66 mevsiminde takım iyiydi ancak rakipler çok güçlüydü. Taksim, Hasköy, Adalet, Galata, Sarıyer, Süleymaniye filan. Bir Galatasaray maçı öncesi,  Dolmabahçe Stadı’nda Galata ile oynadığımızı hatırlıyorum. Maçın yarısını gün ışığında, yarısını da stad ışıklarında oynamıştık. Galata bizi penaltıdan attığı golle 1-0 yenmişti. Gece maçı ile orada tanışmıştım.

1965-66 sezonu Galata ve biz mahalli lig birincisi ve ikincisi olarak yükselme grubu maçlarına katılmaya hak kazandık. Sekiz takım vardı yükselme gurubunda, Egespor, Yeşilova filan.

1966-67 sezonu ilk maçımız  deplasmandaydı. Boluspor ile oynadık, 0-0 berabere kalmayı başardık. Takım olarak çok iyiydik. Boluspor’da Mete diye bir stoper oynuyordu. O zamanın meşhur futbolcularından biri olan Japon Rıdvan da o takımdaydı. Hocaları Naci Özkaya’ydı. Maçın son dakikalarında Bolulular bir penaltı kazandı. Topun başına Mete geldi. Hocaları kulübeden Mete’nin kullanmaması için yırtıyordu kendini. Ama Mete kullanmakta kararlıydı. Topu dikti, ben gittim ayağımla dokundum Mete çok sinirlendi ve söylendi. Gerildi gerildi, topa bir abandı ki sormayın. Ama aksilik işte, öfkeyle kalkan zararlı oturuyor. Mete’nin ayağı topla birlikte yere takıldı, anlaşılan moralini fena bozmuştum. Top tamamen kontrolüm altında yandan yavaş yavaş avuta çıktı. Penaltı kaçırılmıştı. Bir iki dakika içinde de maç 0-0 sona erdi.

Çizmeci Motel’de kalıyorduk. Yemekleri çok iyiydi. Maç sonrası motelin hediyelik eşya dükkanından alış veriş yaptık. Ben ayakta duruyordum. Arkamdan biri omzuma dokundu döndüm, baktım Ünal Dündar. Hediyelik eşya dükkanından yuvarlak küçük plastik şişelerde çam kolonyası almıştı. Ucu sivri ve tıpası var yani şişeyi sıkınca sicim gibi çam kolonyası geliyor deliğinden. Bana şaka yapmak için sıktı şişeyi suratımın ortasına. Çok bastırmış olacak ki tıpa patladı ve tüm şişe çam kolonyası sol gözüme oluk oluk fışkırdı. İnanılmaz bir acı duydum ve bulanık görmeye başladı gözüm. Günlerce kurtulamamıştım etkisinden. Hatta bir sonraki Kasımpaşa maçında bu nedenle hatalı bir gol yemiştim. 

İstanbul’da 4-1 yendiğimiz Kocaeli maçının rövanşını Seka sahasında oynadık. Hükmen mağlup olduğumuz bir maçtır bu. Yirmi beş dakika filan olmuştu maç başlayalı. Bir akın yaptılar sağ kanatlarından, topu ortalayan oyuncu en az on beş santim dışarıdaydı. Ben de gittim hakeme itiraz ettim doğal olarak. Sonuç vermeyince de, muhtemelen sinirlenip hakarette bulunmuş olmalıyım. Beni sahadan attı hakem. Soyunma odasına gittim. 5-10 dakika geçmedi çocuklar geldi ‘hakem maçı iptal etti’ dediler. Hakem uygulamasında yanlış vardı ama. Raporuna kalecinin bana küfretmesinden dolayı maçı iptal ettim yazmış çünkü.

Olan şu. O zamanlar kaleci atıldığında yerine bir oyuncu geçerdi. 5-10 dakika sonra da kaleci yerine geçen oyuncu sakatlanma bahanesiyle çıkar, yerine yedek kaleci geçerdi. Bizden Metin kaleye geçmiş, ama daha bir dakika olmadan, tek bir darbe almadan sakatlandım diye çıkmak istemişti. Fazla ısrarlı davranınca da hakem maçı iptal etmişti.

Mevsim başındaki Toprakspor dış saha maçında gazeteler sıfır yıldız vermişlerdi bana yıldız değerlendirmesinde.  Yumuşak gelen bir topa hiç gerekmediği halde artistik bir plonjon yapmış, koltukaltımdan manasız bir gol yemiştim. Benden sonra Zeki oyuna girmiş ama o da hatalı gol yemişti.

Maçtan önceki gece Ankara’daki otelin küvetini doldurmuş sıcak su dolu küvette sefa yapmıştık ikimiz de. Kaslarımız turşu gibi olmuştu böylece. Cahillik işte. Ertesi gün maça da turşu gibi çıkmıştık. Bir de artistik bir hareket yapmaya kalkışınca çuvallamıştım.

Genelde odamı yedek kalecilerle paylaşırdım. O zamanlar oda arkadaşlıklarını hocalar belirlerdi. Sen sen aynı odada kalacaksın derlerdi, biz de kalırdık.

Boluspor’la İstanbul’da yaptığımız maçta İbrahim, Japon Rıdvan’ı sakatlamıştı. Sert oyuncuydu İbrahim, ama kasten faul yapan, kötü niyetli bir oyuncu asla değildi. Öğretmendi kendisi.

Aslında o yıl Rafet (genelde ileri üçlünün arkasında oynardı) gibi güçlü fiziği olan, Ünal gibi teknik kapasitesi yüksek, Babür gibi süratli ve şutör oyucularımız vardı ama buna rağmen küme düştük.

Ankara Şekerspor 1967-1968

Arkadaşım Faruk Şekerspor’a yeni transfer olmuştu. Şekerspor’un kaleci arayışı vardı o sırada. Bir önceki mevsim ikinci kümede mücadele etmişler, birinci olamamalarına rağmen danıştay kararıyla 1967-68 mevsiminde birinci kümede oynamaya almaya hak kazanmışlardı. Faruk beni kulübe önermiş. Sivas Demirspor’dan ve Beykoz’dan birer kaleci ile birlikte Ankara’da 19 Mayıs Stadı’nın yanındaki toprak sahalardan birinde Beton Mustafa namıyla anılan antrenör Mustafa Ertan tarafından denendik topluca. Diğer kalecilere çok fark attım. Beton Mustafa beni bayağı zorladı. Ellerim şişmişti. Ama beni beğenmişti antrenörüm, çalışma sırasında hoşuna gittiğim, beni çalıştırmaktan keyif aldığı belliydi. Neyse hiç para konuşmadan ‘evet’ dedim. Evliydim ve bir yaşında bir kızım vardı. Ankara’ya evi taşımam gerekiyordu şimdi. Bana beş bin lira avans verdiler bunun için. Bayağı iyi paraydı. Transfer ücretim de 50 bin lira olarak belirlenmişti Her şey çok iyiydi. Şeker fabrikasında çalışır görünüyor, hem fabrikadan, hem de kulüpten maaş alıyordum. Lig maçlarında galibiyet primlerimiz bin liraydı. Evet, tüm koşullar çok iyiydi, tesislerimiz çok moderndi.


Şekerspor - Galatasaray Maçı ; Şekerspor Kalecisi Sefa Erfa

Şekerspor’un eski kalecisi Fethi’ydi, ikinci kümede hep o oynamıştı. Çok çalışarak formayı kaptım kendisinden. Üçüncü kaleci olarak da Atilla alınmıştı. Ankara’da bir Vefa maçında çok hatalı goller yiyen Fethi sonunu hazırladı, biz Atilla ile ikimiz kaldık file önünde.

Formda olduğum halde, haksız yere oynatılmadığım çok olmuştur ama kulübümüzün başkanı ve Şeker Fabrikaları’nın genel müdürü Enver Dölenay son beş maç öncesi beni çağırdı yanına, bu maçlarda iyi oynamam için motive etti. Son beş maçta kaleci eldivenleri benim elimdeydi. 

İlk maç Galatasaray ile Ali Sami Yen’deydi, 1-0 kaybettik. Ankara’da 19 Mayıs’ta Altay ile 0-0 berabere kaldık. İstanbul İnönü’de Feriköy karşısında 1-0, Ankara 19 Mayıs’ta Eskişehir karşısında 3-1 galip geldik. Ve ligin son maçında, kurt hoca Molnar yönetiminde mevsimi dört kupa alarak bitiren, şampiyonluğu kesinleşmiş Fenerbahçe’ye karşı İnönü Stadı’nda 1-1 berabere kaldık ve ligde tutunmayı başardık. Hayatımın maçıydı bu, sayısız kurtarış yapmış, çok parlak bir oyun sergilemiştim.

1968-69 sezonunda Şekerspor’un başına Coşkun Özarı geldi. Ankaragücü’nden kaleci Yunus alınmıştı. Sezona Yunus ile başladılar; benim bir önceki yılı çok başarılı geçirmeme rağmen. Bu arada 1968’in sonlarında ikinci kızım dünyaya gelmişti.

Göztepe maçında Ankara 19 Mayıs Stadı’nda başarılı bir maç çıkarmıştım. Göztepe ligin çok güçlü bir ekibiydi, başarılarını Adnan Süvari yönetiminde Avrupa’ya da taşımıştı. 1-1 berabere kaldık bu maçta. Oyun golsüz devam ederken Göztepe golünü maç bitimine on-on beş dakika kala Fevzi Zemzem in ayağından aşırtma bir vuruş ile buldu. Maçın bitimine beş dakika kala ise bir penaltı kazandılar. Ben dönemin büyük golcüsü, milli takımın da dokuz numaralı formasını giyen Fevzi Zemzem in hangi köşeye atacağını tahmin ettim. Topu sağ alt köşeden çıkardım. Son dakikada ise biz penaltı kazandık. Kaptan Erol penaltıyı gole çevirerek skoru 1-1’e getirdi. Ertesi gün dönemin spor olaylarını veren tek yayın organı Fotospor’u aldığımda tek yıldızla değerlendirildiğimi gördüm. Penaltı kurtaran bir kaleciye neden tek yıldız verilmişti anlayamamıştım doğrusu. Bugün bile anlayamadığımı söyleyebilirim. Şekerspor o yıl Özarı yönetiminde başarılı olamadı ve mevsim bitiminde yeniden ikinci lige düştü.

1969-70 sezonunda yani takımdaki üçüncü yılımda kaç kere kaleye geçtiğimi hatırlamıyorum bile. Kulüp ile anlaşmazlıklar olmuştu aramda ve uzun süre yedek bekletilmiştim. Futbolcuyu koruyan dernekler yoktu o günlerde. O seneyi hiç oynamamış gibi hatırlıyorum. Sezon sonunda Kayserispor’a transfer olmuştum.

Kayserispor 1971-1972

Kayserispor ikinci lig takımıydı. Beni oraya isteyen Mustafa Ertan’dı. Kayserispor ile antrenör olarak anlaşmıştı. Şekerspor’da bir yıl beraber çalıştığım antrenörüm Mustafa abi ne yazık ki ancak bir ay kadar kaldı takımda, yöneticilerle anlaşmazlığa düşüp ayrıldı. Yerine Galatasaray ve milli takımın eski futbolcularından Suat Mamat gelmişti.

150 bin liraya mal olan bir transferdim. Bana yüz bin, kulübe elli bin vermişlerdi.

Rizkullah Fakusoglu

Kayseri’nin sağlam ve güvenilir kalecisi Rızkullah ile beraber form grafiğimize göre kaleye geçiyorduk. Saha topraktı. Atlaya atlaya sağ kalçamda iç kanama oluştu bir süre sonra. Ameliyat oldum. Sezonun yarısını tedaviyle ile geçirdim.

1971 Mart ayında oğlum dünyaya geldi. Bu arada Suat hoca ayrıldı, yerini Boluspor’un eski antrenörü Naci Özkaya doldurdu. Ancak Naci abi ile de bir prim meselesi yüzünden tartışınca aramız açıldı. Fakat Rızkullah’ın bacağı kırıldığı için kale yine bana teslim edilmişti. Son 4-5 maçı ben oynadım.

Naci Özkaya

Hatta sezonun bitimine birkaç hafta kala Antalyaspor’la 0-0 neticelenen süper bir maç oynamıştım. Maçtan önce otelde Naci Özkaya beni çağırdı yanına. Oğlum bu maç benim açımdan hayati bir önem taşıyor, bu sana bağlı, iyi oyna, dedi. Maçın son dakikalarıydı, sol bek Osman’a elle bir top atmıştım. Ama Osman topu sürmek isterken kaptırdı. Bunun üzerine Naci Özkaya kulübeden bana el kol hareketleri yaparak kötü sözler söyledi. Topu niye elle oyuna soktum diye kızmıştı. Oysa gereksizdi bu; takım arkadaşlarımdan biri tehlikeyi savuşturmuştu çünkü. Maç 0-0 bittiğinde koşarak Naci Özkaya’nın yanına gittim ve neden bana hakaret ettiğini sordum. Tartışma çıktı aramızda. Neyse takım arkadaşlarım ve yardımcı antrenör olayı yatıştırdılar da soyunma odamıza neşeyle girdik. Ama maçı izleyen yöneticiler bu olaya şahit olmuşlardı ve zaten hoşnut olmadıkları Naci Özkaya’nın görevine son verdiler bu nedenle.


1972 yılında, Edirnespor’a transfer olma nedenlerinden biri de iş konusuydu, sosyal güvencemdi, emekliliğimdi. Altı ay sonra Belediye’de tahakkuk memuru olarak işe girecektim. Bu altı boyunca ailemi getirmedim Edirne’ye. Lojmanda kaldım. Ta ki işe başlayana kadar. Birinci kaleciydim, tüm maçlarda ben oynadım. Paslanmasın diye yedek arkadaş da arada bir oynuyordu. 1975 yılında futbolu bıraktım. On beş yıl emek vermiş, bayağı yorulmuştum.


1975-76’da bir iplik fabrikasının kurulum aşamasında çok iyi bir maaşla teknik ressam olarak işe girdim. 15-16 ay kadar da çalıştım. Ben fabrikada çalışırken kulüpten beni tekrar çağırdılar. İşi bırakıp tekrar belediyeye girdim ve Edirnespor’da ikinci dönemim başlamış oldu. 1977-78 sezonunda bir şampiyonluk yaşadık, üçüncü ligden ikinci lige çıktık.

1980 yılında küçük kızım dünyaya geldi. 1981 yılında jübile yaptım. Jübilemde Fenerbahçeli Cemil Turan, Galatasaraylı Büyük Mehmet ve Mustafa gibi çok sayıda ünlü arkadaş top koşturdu, harika bir jübile oldu. Edirne seyircisi böylece ünlü futbolcuları sahalarında görmüş, tanımış oldu.

1982-83 mevsiminde yeniden döndüm futbola. Bu kez amatör liglerde file bekçiliği yapacaktım. Şekerspor’dan futbolcu arkadaşım Oğuz yaptı teklifi. Hafta sonları Sarayspor‘da forma giymemi istedi benden, ben de evet dedim. Çorlu’da oynuyordum maçlarımı. Sezon sonunda ise İstanbul Küçükçekmece’den teklif yaptılar.  İki yıl Küçükçekmece’ye hafta sonları gidip maçlarımı oynadım.

Saç sakal beyazlamıştı haliyle, kırkını geçmiştim. Bir maçta genç topçular sahaya çıkarken, Aaaa amcaya bak, dediler. Ben de tedbir alıp bıyıkları kestim, saçları boyattım.

1986’dan 1991’e kadar Edirnespor’a gelen hocalara kaleci antrenörlüğü yaptım. 1991 yılında Beylerbeyi’nde milli takım hocamız olan ve Fatih Terim’i de yetiştiren Piontek’in vermiş olduğu A lisans kursuna katıldım. Buradan başarılı bir derece ile kurs ikincisi olarak sertifikamı aldım.

Kayseri Ercieysspor Teknik Direktörü

O yılın Temmuz ayında emekli oldum belediyeden. Hemen ardından üçüncü lig takımı Kayseri Erciyesspor’un  antrenörlüğüne getirildim. İki yıl bu takımı çalıştırdım. İlk sene lig ikincisi, ikinci yıl lig dördüncüsü olduk. Başarılı iki sene geçirdim orada (1991-1993).

1993-96 arası İstanbul’da kaldık, dinlenmekti amacımız. Ama çalışmadan duramadım elbette ve Yaşar Hastanesi’nde 1995-96 senelerinde yöneticilik yaptım.

1996’da ise tekrar Edirne’ye taşındık. Edirnespor’da kaleci antrenörlüğüne başladım ayağımın tozuyla. Kulüpte Edirnespor amatör kümeye düşmeden bir sene öncesine kadar çeşitli görevlerde bulundum. Yani 2000’e kadar Edirnespor ile iç içeydim. Ama takım amatöre düşünce ilgim kalmadı.

2001-05 arası bu defa yine bir amatör takım olan PTT’de antrenördüm. 4 yıla yakın bir süre bu takımı çalıştırdım. PTT iyi bir takımdı ve güçlü altyapısıyla Edirne’de birçok kulübün kadrolarına oyuncu verdi. Ama 2004 yılında ne yazık ki tamamen politik nedenlerle bu başarılı takım kapatıldı.

Ben de aynı yıl evi Akçay’a taşıdım ama Edirne’den pek ayrılmadığımı da söylemek zorundayım. Evi taşıdım yalnızca ve iki yıl boyunca Akçay’da kaldım. Edirnespor amatör takımını bir yıl çalıştırdım. 2007 yılında yeniden evi Akçay’dan Edirne’ye getirdim. Sonra sırasıyla Kirşane, Doyran, Kemalköy amatör takımlarında aralıklarla görev yaptım.

2011 yılının Şubat ayından beri dinleniyorum diyebilirim. Pek bir şey yapmadım bu son senelerde. Sağlığım iyi çok şükür, nefes darlığı dışında bir şikayetim yok diyebilirim.

Son bir iki şey daha: Yeşilçam filmlerini, aramda gizli bir bağ olduğuna inandığım kedileri, Türk Sanat Müziği’ni seviyorum.

Sefa Erfa Kayserispor'da 1970-1971 ve 1971-1972 sezonlarında forma giydi. Kaleci Rızgullah Fakkusoğlu'nun yediği olarak 2.kalecilik görevi yaptı.

2 sezonda 11 maçta forma giydi.

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Facebook Yorumları